Okullar için tiyatro SINAVSIZ HAVA SAHASI
SINAVSIZ
HAVA SAHASI
Yazan: Miyase
Sertbarut
Bu oyun İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansının “Tiyatro Okullarda” yarışmasında mansiyon ödülü almıştır.
Liseler ve İlköğretim II. Kademe için
TEK PERDELİK OYUN
(7 Sahne)
KİŞİLER:
Öğretmen (Erkek)
Melek (Süslü, Saf öğrenci)
Kağan (Alaycı öğrenci)
Sinan (Şairane, Filozof öğrenci)
Emre (Protestocu öğrenci)
Burak (Tembel öğrenci)
Leyla (Atak öğrenci)
Polis Memuru (Erkek)
Komiser (Erkek)
Babaanne (80 yaşlarında)
1.
SAHNE
(Melek, Kağan, Sinan, Emre, Burak, Leyla,
Öğretmen
Sınıf ortamı. 3 sıraya 2’şer öğrenci
oturmuş. Tekli sehpalı sandalye de olabilir. Öğrenciler önlerindeki sınav
kağıdıyla uğraşmakta. Öğretmen sık sık elindeki kronometreye bakar. Bitiş
saniyesi yaklaşırken tetikte, yay gibi durur. Süre dolunca. Yüksek sesle
bağırır.)
ÖĞRETMEN: Tamam! Süre doldu arkadaşlar. Kalemlerinizi
bırakın. Evet bırakın, bırakın…
MELEK: (safça) Nereye bırakalım hocam?
(Sınıf güler.)
ÖĞRETMEN: Melek, bu da soru mu kızım?
KAĞAN: Adından belli değil mi hocam? Melek o, melek!
ÖĞRETMEN: Karışma sen!
MELEK: Geçen sınavda kalemlerimizi
sıranın üzerine bırakmamızı söylemiştiniz. Ama şimdi öyle demediniz.
ÖĞRETMEN: Tamam işte, ne değişti ki? Geçen
sefer sıranın üzerine bırakın dediysem, şimdi de aynı şey.
MELEK: Ama sınav soruları aynı değil ki hocam.
ÖĞRETMEN: Tamam çocuğum. Geçen sınavdan farklı sorular
sorduğum soruları cevaplamak amacıyla kullandığın kurşun kalemini kendi sıranın
üzerine koyabilirsin. Oldu mu?
MELEK: Ama cümle çok uzun öğretmenim, anlamadım.
ÖĞRETMEN: (Sinirle öğrencinin kalemini
çekip alır.) Ver şu lanet olası kalemi! Nelerle uğraşıyoruz yahu! Topluyorum
kağıtları. Hadi bırakın, topluyorum!
(Burak hâlâ cevap kağıdını işaretlemeye
çalışır. Öğretmen kağıdı çekip alır.)
ÖĞRETMEN: Sınav boyunca bir şey yapmadın
Burak, şimdi mi kafan çalışmaya başladı?
BURAK: Ben dizel motor gibiyim hocam. Geç ısınıyorum
ne yapayım?
ÖĞRETMEN:
LPG’ye geç o zaman, hem daha ucuz.
MELEK: (Safça) LPG mi, bu da yeni bir sınav mı? Açılımı ne?
LEYLA: (Alaylı) Evet yeni bir sınav LPGS. Lüleburgaz Parklarını
Genişletme Sınavı.
MELEK: Bize ne
canım Lüleburgaz parklarından… Ben girmem o sınava.
KAĞAN: (Alaylı)
Ama zorunluymuş, herkes girecek.
ÖĞRETMEN: Kesin
artık şamatayı. Sinan, bu kağıt neden boş?
SİNAN: (Gayet rahat ve derin bir anlam
içeriyor gibi ağır ağır konuşur.) Boş değil öğretmenim.
ÖĞRETMEN: (Kağıdı havada sallar.) Boş işte…
Görünmez kalem mi kullandın?
MELEK: (Kalemi incelemek için Sinan’a
doğru atılır.) Görünmez kalem mi? Bakabilir miyim? Lütfen ama, lütfen…
(Leyla
onu çekerek sırasına oturtur.)
SİNAN: O kağıt boş değil öğretmenim. Gören gözler
için hiçbir şey boş değil! Asıl anlam boşluktadır. Boşluk varlığın kaynağı ve eylem
alanıdır.
ÖĞRETMEN: Haklısın evladım. Ben de sana o anlamı
görebilmen için, içi boş bir rakam yazayım şuraya. Sen bu yuvarlağın içinde
neler görürsün neler…
EMRE: Bizimle alay etmeyin hocam!
ÖĞRETMEN: Sana ne oluyor Emre? Kağıdı boş
veren biri kendini ciddiye almıyor demektir! Kendini ciddiye almayanı ben hiç
ciddiye almam.
EMRE: Sizi veya sınavı protesto ediyordur
belki. Sinan doğru söylüyor. O boşluğun anlamı var ve bence bu isyandır.
Sınavlara isyan.
ÖĞRETMEN: Bu boşluğun anlamı bence
bilgisizliktir! Sizin yaptığınız da gevezelik.
SİNAN: Emre’nin beni savunması hoşuma
gitti, ama işin doğrusu ne isyan ne bilgisizlik hocam.
MELEK: Ne peki? Gerçekten görünmez
kalemle mi işaretledin? Ben de bayılırım yeni çıkan kırtasiyelere.
(Sınıf güler.)
SİNAN: Hayır tatlı ve cici arkadaşım.
Seni avutan son moda kırtasiye malzemeleri beni avutmaz.
EMRE: (Melek’e) Eğitimin makyaj
malzemeleridir renkli kırtasiyeler. Simli, kokulu silgilerle sınav canavarının
iğrenç kokusunu bastırmaya çalışıyorlar. Ama sen ve senin gibi cici çocuklar, burunlarını,
gözlerini ve kulaklarını bu malzemelerle tıkadıkları için hiçbir şeyin farkında
değilsiniz.
MELEK: (Ağlamaya başlar.)
SİNAN: (Ayağa kalkar, Melek’in başına
dikilir.) Fantastik defterler alıyorsun
da ne oluyor? İçini yine dört seçenekli beş seçenekli yanıtları olan sorularla
doldurmuyor musun? Oysa fantazyanın dört beş seçenekli karşılığı olamaz.
EMRE: Asla silmeyen küçücük yaldızlı silgiler
alıyorsun. Hangi yanlışı sildin onlarla bugüne kadar. Şuna bak, kaleminin ucuna
hala pembe ayıcık takıyorsun. Oysa gerçek ayılar üstümüze basıyor ve canımızı
çıkarıyorlar, sen de sevimli kırtasiye ayıcıklarınla pembe bir alemde
yaşıyorsun.
MELEK: (Ağlamaklı) Beni günah kedisi yaptınız ya…
ÖĞRETMEN: Günah kedisi değil yavrum, günah keçisi.
MELEK: Ne fark eder? İkisi de saçma. Keçiler de
kediler de günah işlemez zaten.
ÖĞRETMEN: Konuyu saptırma, atasözleri ve deyimler
kalıplaşmış halleriyle kullanılır. Bir sözcük yerine başka bir sözcük
kullanamazsın.
SİNAN: Hah! İşte ben de bunun için mutsuzum hocam. Çünkü
varlığımı bu sorularla ve bu soruların yanıtlarıyla kanıtlayamam. Bize sürekli
kalıplar öğretiyorsunuz. Benim varoluşum içimden geldiği gibi davranırsam
ortaya çıkar. Beni ben yapan ne bu sorular, ne ezberlenmiş yanıtlardır. Ben
kendimi arıyorum, ama sizin çizdiğiniz yolda ne kendimi bulurum ne kendime
benzeyeni. Her yıl eylül ayında sokakların kurşun kalem koktuğu söylenir ya
doğru, ama kalem değil kurşun kokusudur bu. Çünkü bizi öldürüyorsunuz
öğretmenim.
ÖĞRETMEN: Sen en iyisi tuvalete kadar git oğlum, yüzünü
soğuk suyla yıka, kendine gelirsin.
(Sinan, hülyalı bir biçimde sınıftan
çıkar.)
EMRE: Arkadaşımızı çok doğru bir yere yönlendirdiniz
hocam. Sınavsız girilen tek yer orası çünkü.
ÖĞRETMEN: Sen bu sınavlara karşı çıkıyorsun ama,
hepimizin başında aynı dert. Ben de KPDS’ye hazırlanmalıyım şu sıralar.
MELEK: KPDS mi, durun ben tahmin edeyim açılımını?
Kastamonu Parklarını Değiştirme Sınavı.
Doğru mu hocam?
ÖĞRETMEN: (Alaylı) Evet çocuğum, aferin. Ben Kastamonuluyum,
oraya belediye başkanı olmaya karar verdim.
MELEK: Aaa bizi bırakıp gidecek misiniz yoksa?
ÖĞRETMEN: (Ellerini açar yukarıya) Nerde o günler? Allahım ne olur tayinimi inin cininin
top oynadığı bir yere çıkar! Yalvarıyorum sana.
KAĞAN: Futbolla bu kadar ilgilendiğinizi bilmiyorduk
hocam. Ama ben bu takımları da ilk kez duydum. Yabancı takımlar galiba.
ÖĞRETMEN: Yabancı yabancı… Çoook yabancı bu deyimler
sizin kuşağa.
LEYLA:
Ben biliyorum bu KPDS’yi öğretmenim, annem de girecek, Fransızcadan.
MELEK: Kastamonu belediye başkanının
Fransızca bilmesi mi gerekiyormuş? Mantıken yanlış. Kastamonuca bilmesi
yeterli.
LEYLA: Yok öyle bir şey Melek. Bu, devlet memurları
için yabancı dil sınavı. Memurlar bu sınavdan yeterli puanı alırlarsa
maaşlarında artma oluyor. (Öğretmene) Siz hangi dilden gireceksiniz hocam?
İngilizce mi?
ÖĞRETMEN: Hayır. İngilizceden geçen yıl girdim, olmadı.
KAĞAN: Siz Fransızlara benziyorsunuz hocam, gırtlak
yapınız uygun, herhalde Fransızcadan…
ÖĞRETMEN: Hayır, iki yıl önce
Fransızcadan girdim, olmadı.
BURAK: Almanca o zaman…
ÖĞRETMEN: Almancam fena değil, ama o da
olmadı. Korece’den gireceğim bu yıl.
EMRE: En kolay dil Korece mi yoksa?
ÖĞRETMEN: Kolay sayılır, söz dizimi Türkçe gibi.
MELEK: Madem dil seçimi serbest, ben olsam kuş dilini
seçerdim. En kolay dil kuş dili.
ÖĞRETMEN: O dil sayılmaz. Sınav kılavuzunda da öyle bir
seçenek yok zaten.
MELEK: Negedegen agamaga? Kuguş digiligi çogok
gügüzegel.
KAĞAN: Çügünkügü kuguş digiligi, kuguş
begeyiginligileger igiçigin.
ÖĞRETMEN: Susun artık! Haftaya bir sınav daha yapacağım
haberiniz olsun. İyi hazırlanın.
(Melek’e döner) Tagamagam mıgı kıgızıgım?
2.
SAHNE
Ev ortamı
Emre
Babaanne
(Babaanne masadadır. Kitapların, kağıtların
arasına gömülmüş ders çalışmakta. Emre kucağında kalın sınava hazırlık
kitaplarıyla odaya girer. Bir eliyle de içinde hazırlık kitapları olduğu
düşünülen çuvalı sürüklemektedir.)
EMRE: Aaa babaanne masamı kapmışsın, ben
çalışacaktım. Lütfen başka yere taşı onları. Bak, yeni sınava hazırlık
kitaplarından aldım, çuval çuval satıyorlardı.
BABAANNE: Bulmaca çözmüyoruz burada
herhalde, ben de sınava hazırlanıyorum.
EMRE: Ne sınavı? Ben 30’uma gelince bütün
sınavlardan kurtulacağımı düşünüyordum. Sen nerdeyse 3 x 30’sun babaanne.
Babaanne: Ayıp ayıp Emreciğim. Kadınların yaşı söylenmez
ve hatırlatılmaz.
EMRE: Bana yalandan uzak dur diyen, her zaman
doğruları söyle diyen sen değil misin babaanne?
BABAANNE: O başka şey.
EMRE: Peki dünyanın en genç, en güzel, en dinç…
BABAANNE: En akıllı…
EMRE: Evet, en akıllı babaannesi hangi sınava
çalışıyormuş acaba?
BABAANNE: MYS’ye hazırlanıyorum evladım.
EMRE: Hiç duymadım bu sınavı babaanne, MYS’nin açılımı
ne?
BABAANNE: Mezara Yerleştirme Sınavı…
EMRE: (Şaşırmaz) Hımm… Neyse ben de kaçırdığım bir sınav mı var
acaba, dedim.
BABAANNE: Ama sorular çok zor be evladım. Benim yerime
sen girer misin?
EMRE: Mezara mı?
BABAANNE: Allah korusun, bu genç yaşta
mezara mı girilir! Sınava girer misin evladım? Onu demek istedim.
EMRE: Olur babaanneciğim, sınav tarihi ne
zaman, benim TYGS ile çakışmazsa eğer…
BABAANNE: TYGS sınavı hangisi? Tövbe
tövbe… Bunları kim açıyor, kim kapıyor Allah aşkına, her yıl on on beş tane…
EMRE: Toplumsal Yaşam Göstergesi Sınavı.
BABAANNE: Ay sizi öldürüyorlar, sonra da hâlâ yaşayan
biri var mı onu mu anlamaya çalışıyorlar? Henüz ölmeyen varsa onu da öldürelim
diye olabilir mi?
EMRE: Galiba öyle.
BABAANNE: Boşver sen o sınavı, gitme, rapor al. Benim
yerime sınava gir. Şöyle güzel bir mezar yeri kazanayım, ha evladım, ne dersin?
EMRE: Peki bu MYS’ye giriş belgen geldi mi?
BABAANNE: Geldi tabii, geldi…
(Babaanne kat kat giysilerini aramaya
başlar. Olmadık yerleri gülünç biçimde arar. Çorap içi, saçlarının arası vs.)
EMRE: Çok iyi saklamışsın babaanne?
BABAANNE: Ne yapayım evladım. Annenle baban bu sınava
girmemi istemiyorlar, bulurlarsa vallahi yırtıp atarlar.
EMRE: Neden istemiyorlar? Bana sürekli baskı
yapıyorlar ya her sınava girmem için…
BABAANNE: Onlar KGİS’ye girmemi istiyorlar. Köye
Gömülmek İsteyenler Sınavı. Oysa ben çağdaş bir babaanne olarak gökdelenleri
gören bir şehir mezarlığına gömülmek istiyorum. Bıktım köyden, 70 yılım geçti
oralarda.
EMRE: Yaşın ortaya çıkıyor çağdaş babaanneciğim…
BABAANNE: (Belgeyi bulur.) Hah işte, sınava giriş belgem bu. Seni biraz
yaşlandırdık mı aynı ben olursun.
EMRE: Biraz mı? Cinsiyet farkını nasıl kapatacağız
babaanne?
BABAANNE: Başını bağlar, belini bükeriz.
EMRE: Tabii ağaç yaşken eğilir.
BABAANNE: Zaten bana benziyorsun…
EMRE: Tabii tabii, yan yana duralım, hangimiz torun,
hangimiz nine hiç belli olmaz.
BABAANNE: Kalın çoraplar, uzun bir pardösü… İşte hepsi
bu. Bu sınavdan 100 almazsan hakkımı helal etmem ona göre.
3.
SAHNE
(Çok yaşlı 6 kişi sınav salonundadır. Bu roller,
1. sahnedeki öğrencilerin yaşlı rolüne bürünmesiyle gerçekleşebilir. Öğretmen
yine 1. sahnedeki aynı öğretmendir.)
ÖĞRETMEN: Sevgili nineler, dedeler. MYS
için biraz sonra süreniz başlayacak. Kimlik kontrolü için sınava giriş
belgelerinizi ve kimliklerinizi sıranın üzerine koyunuz.
YAŞLI MELEK: Kimin sırasına koyacağız öğretmen bey?
ÖĞRETMEN: (Şaşkın) Bana birini hatırlattın teyzeciğim, acaba bu okulda
okuyan bir torununuz var mı?
YAŞLI MELEK: Tabii var, torunum bu okulda okuyor. Melek
gibi kızdır, adı da Melek… Çok akıllıdır kuzum, çoook.
ÖĞRETMEN: (İmalı) Ya evet çok akıllı bir kız. Size de çok
benziyor.
YAŞLI MELEK: Sizden sık sık söz eder. Cümleleri hep anlaşılmaz
biçimde yoruma açık kuruyormuşsunuz. Şimdi hak verdim çocuğa. Kimlikleri
sıranın üzerine koymamızı istediniz, ama kimin sırasına koyacağımız belli
değil.
YAŞLI KAĞAN: Babamın sırasına…
YAŞLI MELEK: Babanız sağ mı? Maşallah maşallah, o da girdi
mi bu sınava?
YAŞLI LEYLA: Aaa. Gevezelik edip zamanımızı çalıyorsunuz?
Teyze kendi sırana koyacaksın kimliklerini.
YAŞLI MELEK: Benim bir tane kimliğim var, kimliklerim yok
ki. Ayrıca sen kaç yaşındasın ki bana teyze diyorsun. Benden betersin ayol.
ÖĞRETMEN: Aaa yeter artık teyzeler, sinirlerimi
bozdunuz… Bu sınav için alacağım 60 lirayla psikiyatra gitsem muayene olamam. 200
lira muayene ücreti, haberiniz var mı sizin? Delirtmeyin beni!
YAŞLI SİNAN: İnsan insanın kurdudur efendim.
ÖĞRETMEN: Bu ne
demek şimdi? Konuyla ne ilgisi var amca?
YAŞLI SİNAN: Birbirimizi yiyerek yaşıyoruz demek istedim
öğretmen bey. Yani beslenme zinciri.
ÖĞRETMEN: Kim kimi yiyor efendim?
YAŞLI SİNAN: Siz bizim yüzümüzden para alıyorsunuz. Biz
sizin beyninizi yiyoruz, psikiyatr sizi yiyor, sonra ilaç yazıyor, eczacı
yiyor, ilaç şirketleri para kazanıyor, işçiler fabrikada çalışıyor, onların
çocukları okula gidiyor, kantinden gofret alıyor… Dallı budaklı bir beslenme
zinciri…
YAŞLI EMRE: (Babaannesi rolünde) Bizi de kurtlar yesin diye Mezara Yerleştirme
Sınavı’na giriyoruz.
ÖĞRETMEN: Yani sizin de öğrencilerimden hiç farkınız
yok. Evet, hadi bakalım, kimlikleri kontrol edeceğim.
(Öğretmen, tek tek kimliklere bakmaya
başlar. Emre tedirgindir. Eli ayağı heyecandan titrer.)
ÖĞRETMEN: Sen neden titriyorsun nine?
YAŞLI EMRE: (Kekeler) Hastayım ben evladım. Parkinson hastası.
(Yaşlı Emre el ayak titremelerini
abartarak öğretmene gösterir.)
YAŞLI MELEK: (Leyla’ya) Edison mu dedi? Ayol Edison ampulu bulan adam
değil mi? Çoktan öldü o. Yalan söylüyor öğretmen bey, Edison değil o. Hem
Edison erkekti.
YAŞLI LEYLA: (Melek’i çekiştirir.) Edison demedi zaten, parkinson dedi.
YAŞLI MELEK: Parkinson kim? Bu sınava Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşları girebiliyor. Parkinson yabancı bir isim. Neden bizim ülkemizde
mezar yeri kazanmaya çalışıyor? Komplo bu komplo! Çıkarın onu öğretmen bey.
Hakkımızı yiyor.
ÖĞRETMEN: Teyze susar mısın biraz?
YAŞLI EMRE: Allah kimsenin başına vermesin, işte böyle
titretiyor bu hastalık beni.
YAŞLI KAĞAN: Acındırma kendini hanım? Hepimiz hastayız.
ÖĞRETMEN: (Kuşkulu) Bu fotoğraf pek benzemiyor sana. Kadın olmasan
tıpkı bizim Emre diyeceğim.
YAŞLI EMRE: Ben onun babaannesiyim işte.
ÖĞRETMEN: Gözlerin de pek parlak. Hiç yaşlı gözü gibi
değil.
YAŞLI EMRE: İlaç damlattım evladım, ondandır.
ÖĞRETMEN: Ellerinde de hiç yaşlılık lekesi yok.
YAŞLI EMRE: Her gün limonla siliyorum evladım.
ÖĞRETMEN: Dişlerin de takma dişe hiç benzemiyor.
YAŞLI EMRE: (Sinirlenir.) Sizi daha iyi ısırabilmek için öğretmen bey.
ÖĞRETMEN: (Anlamaz) Efendim?
YAŞLI EMRE: Eee şey… Yok yani kafam karıştı, ormandaki kırmızı
şapkalı kızla karıştırdım sizi.
ÖĞRETMEN: Ne ormanı teyze, ne kırmızı şapkalı kızı!
Görmüyor musunuz beni, maşallah gözler parlak, ama, kafanın içi pek parlak
değil anlaşılan.
YAŞLI SİNAN: Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
ÖĞRETMEN:
Anlaşıldı sen boş kağıt verip dolu görmemi isteyeceksin sonunda.
(Öğretmen, diğer öğrencilerin de
kimliklerini kontrol eder. Soru kitapçıklarını ve cevap kağıtlarını dağıtır.)
ÖĞRETMEN: Evet, sınav başladı. Süreniz 15 dakika.
YAŞLI BURAK: 15 dakika mı? Bu kadar sürede bir soru bile
çözemem ben.
YAŞLI LEYLA: Süre 45 dakika değil mi? Kılavuzda öyle yazıyordu.
ÖĞRETMEN: Burada kılavuz benim teyzeciğim. Daha eve
gidip KPDS için hazırlanacağım. Korece öğreniyorum, kolay dil demişlerdi bana,
ama hiç de öyle değilmiş.
YAŞLI BURAK: Ben Kore savaşına gitmiştim evladım. Sınavdan
sonra çalıştırayım seni. Ama saatine 200 isterim.
YAŞLI MELEK: (Leyla’ya) Öğretmen saatini mi satıyormuş? Vah vah… Ne
hale geldik, yoksulluk diz boyu. Öğretmenler bile kol saatlerini sattıklarına
göre, durum çok vahim.
ÖĞRETMEN: Dedeciğim, Korece artık çok değişmiş. Bildiğin
gibi değil. Ben 1950’lerin diliyle sınava girersem, yalnızca madalya alırım herhalde.
YAŞLI BURAK: Peki ne almak için giriyorsun sınava evladım?
Biz eskiden yalnızca madalya alırdık. Savaşa madalya için giderdik. İşimizi
yaparken onur madalyası hayal ederdik. Şimdi öyle mi ya…
ÖĞRETMEN: Tabii ki dil tazminatı almak için. Para için
para…
YAŞLI MELEK: Biz bu sınavı kazanırsak size para mı
verecekler? Şu saatinize ben de bakayım, hoşuma giderse 200’den fazla veririm.
Kurmalı mı, antika saat mi? Takvimi var mı takvimi?
ÖĞRETMEN: Saat falan sattığım yok teyze… Sınav
başladı. Hadi konuşmak yok, sağa sola bakmak yok, kalem, silgi alışverişi yok,
yer değiştirmek yok, tuvalete gitmek yok, yok oğlu yok…
YAŞLI SİNAN: (Filozofça) Yokluk nedir ki?
Yokluk var mıdır? Varlık yok mudur? Aslında hiçbir şey yoktan var olmaz, var
olan her şey dönüşerek yok olur. Geri dönüşüm bir yok oluştur, bu aynı zamanda
bir varoluş anlamına gelir.
4.
SAHNE
(Büyükçe bir tabelada “KOPYA HAZIRLAMA
MERKEZİ” yazar. Altında “Üye olmayan giremez.” vurgusu.
Birkaç sandalye, masa. Öğrenciler kopya
hazırlamakla uğraşıyor.
Leyla, bir köşede mp3 çalarına ders
kitabından bölümler okuyup kaydetmekte.
Kağan, büyükçe bir kol saatinin içine ince
rulo kağıt yerleştirmekte.
Burak, kaleminin çevresine kopya kağıtlarını
sarmakta.
Emre, plastik su şişesinin kağıdını
özenle çıkarmaya çalışmakta.
Sinan, hesap makinesine veri girmeye
uğraşmakta.
Melek, bacaklarına kopya kağıtlarını
bantla yapıştırmakta.
Bu uğraşılar abartılarak gülünç durumlar
yaratılabilir. )
MELEK:
Keşke dört bacağım olsaydı. Bu konular
için iki bacak az.
KAĞAN: Hayvan olmaya razısın demek…
MELEK: Yaa,
tarih sınavından geçer not almak, insanı insanlıktan çıkarıyor işte.
LEYLA: İki de protez bacak bulsak sana.
MELEK: Olur
mu dersin? Ama nerden bulacağız, üstelik pahalıdır da…
LEYLA: Sinan ne yapıyorsun hesap makinesiyle? Tarih
sınavına hesap makinesiyle mi hazırlanıyorsun?
SİNAN: Bu bildiğin hesap makinelerinden değil. 400
karaktere kadar veri girebiliyorum. Kendimce şifre de oluşturdum.
BURAK: Bizi de görürsün artık.
SİNAN: Yardım etmek ya da etmemek işte bütün mesele
bu! İnsan yardım eden hayvandır. Bak doğaya yardımlaşma var mı? Yok. Mantık
olarak eğer ben insansam sana yardım etmem gerekir. Ama ben artık insanlıktan
çıktığım için belki de yardım edemem.
MELEK: Hayvanlar
da yardım ediyor birbirine. Bizim köpeğimiz öldüğünde yavrularını kedimiz
emzirmişti.
SİNAN: O başka şey…
MELEK: Aaa
siz de her dediğime o başka şey diyorsunuz.
BURAK: Neyse ben kendi kalemime sardığım kopyalarla
yetinirim artık. Sinan yardım etmek yerine bir yığın lafla kafa şişirir. Hani kurda
sormuşlar, “Neden ensen kalın?” diye. O da “Kendi kopyamı kendim çekiyorum da
onun için.” demiş.
KAĞAN: Sonunda doğruyu buldun Burak. Ben de bu saatin
içinde ne varsa çıkardım, yerine kağıtlarımı koydum. (Burak’a gösterir.) İşte
kurma kolunu çeviriyorsun yazılar nazlı nazlı akıyor.
EMRE: Güzel fikir, ama bak benimki de şahane. Su
şişesinin iç kısmını görüyor musun? Bak bak kağıdın arkasına bak. Çıkabilecek
soruları bir güzel döşeyip yapıştırdım.
KAĞAN: Muhteşem, hepimiz dahiyiz arkadaşlar.
LEYLA: Ben de cevapları mp3 çalarıma kaydettim. Kulaklığımı
saçlarımın arasından geçirdim mi, dünyada fark etmez hoca.
(Dışarıdan siren sesi gelir. Herkes
korkuyla bir yerlere saklanır, siner.)
POLİS: (Dışarıdan) Teslim olun! Etrafınız sarıldı!
MELEK: Savaş
mı çıktı?
KAĞAN: Kopyayla Savaş Derneği ihbar etmiş olabilir.
POLİS: (Dışarıdan) Kalemleri, bütün kopya malzemelerini bırakın
elinizden.
SİNAN: (Dışarıya bağırarak) Yani geleceğimizi bırakmamızı mı istiyorsunuz
bizden? Umudumuzu, yarınımızı alamazsınız elimizden.
POLİS: (Dışarıdan) Laf ebeliği yapma!
MELEK: Laf
ebeliği mi, o da ne demek? Sinan sen doğum mu yaptırıyorsun?
LEYLA: Saçmalama kızım ya. Azıcık kitap okusan anlarsın
bu deyimleri. En basit deyimlerde bile öküzün kulaklarını diktiği gibi kalakalıyorsun.
EMRE: Öküzün kulaklarını diktiği diye bir deyim
yoktur. Öküzün trene bakması vardır.
POLİS: (Dışarıdan) Öküzün kulaklarını diktiği gibi dikilmeyin
orada, kaldırın ellerinizi, içeri giriyoruz.
LEYLA: Duydun mu, varmış öyle bir deyim.
(Polis elinde silahla içeri girer.)
POLİS: Demek burada kopya hazırlıyordunuz. Ooo su
şişeleri, bacağa sarılı kağıtlar, hesap makinesi, kopya ruloları… (Leyla’ya)
Allah bilir sen de mp3 çalarına kaydetmişsindir.
LEYLA: İyi de siz nerden biliyorsunuz? Burada gizli
kamera mı var yoksa?
POLİS: (Gururla) Eee insan sarrafı olduk bu meslekte, olsun o
kadar.
MELEK: (Korku ve telaşla) Aaa, insan ticareti mi yapıyorsunuz? Organ
mafyası mısınız? Benim böbreklerim hiç iyi çalışmaz vallahi. Hiç işinize
yaramam ben, bırakın da gideyim.
BURAK: (Melek’i çeker.) Saçmalama, insan sarrafı o anlama gelmez.
POLİS: Burada sizi suçüstü yakaladık, hadi bakalım
şimdi doğru karakola…
EMRE: Ama burası zaten kopya hazırlama merkezi. Suç
mu bu? Bakın tabelası bile var.
POLİS: Evet suç, çünkü Sınavlar Genel Müdürlüğü’nden izin
almamışsınız.
LEYLA: Bunun için izin mi alınıyor?
POLİS: Tabii onların bilgisi olmadan kopya mopya
çekilemez. Ayrıca eğer bu kopyadan en az 200 kişi yararlanmayacaksa bu ağır
suçtur! Oysa siz…
MELEK: (Tek tek parmağıyla sayar.) Bir… İki… üç… dört… beş… altı… Burada 200 kişi
yok.
POLİS: Evet. İşte bu yüzden şu andan itibaren
tutuklusunuz.
EMRE: Peki size taş atsak…
POLİS: Ne demek istiyorsun?
LEYLA: (Çekiştirir.) Deli misin Emre? Başımızı iyice belaya mı
sokmak istiyorsun?
EMRE: Hayır, tam tersi, bu durumdan sizinle birlikte
kendimi de kurtarmak istiyorum. (Polis’e) Yani acaba taş atan çocuklar
yasasından yararlanabilir miyiz?
POLİS: Burada bir gösteri ve yürüyüş yok, üstelik
elinizde taş da yok.
BURAK: Ben hemen gider, sokaktan toplar gelirim.
POLİS: Dalga geçmeyin! Hadi hadi yürüyün bakalım,
karakola.
5.
SAHNE
(Polis Karakolu, komiserin odası. Komiser,
masasında kalın çalışma kitaplarına gömülmüş durumdadır. Çocuklarla birlikte
polis içeri girer. Komiser çok dalgındır onları fark etmez.)
POLİS: Bunları kopya hazırlarken
yakaladık amirim.
KOMİSER: (İrkilerek ellerini havaya
kaldırır.) Vallahi kopya hazırlamıyordum!
POLİS: Sizi değil amirim, bu çocukları yakaladık.
KOMİSER: (Rahatlar ve üst perdeden
konuşur.) Beni yakalamak da ne demek?
Zaten kopya çekmeyen birini neden yakalayasın? Her neyse… Hangi sınav için?
KPSS mi, KPDS mi? YGS, DÇS, ALS, LGS mi, LYS mi? Hangisi?
MELEK: Hayır
hayır başkomserim, biz o kadar büyük suç işlemedik.
KAĞAN: Başkomser olduğunu nerden çıkardın? Polis
terfilerine sen mi bakıyorsun?
MELEK: Masasında
yığınla kitap olduğuna göre başkomserdir canım.
POLİS: (Kızarak) Ne yani biz kitap okumuyor muyuz? Bunu mu
demek istedin? Ayrıca başkomserim görevde yükselme sınavına hazırlandığı için
okuyor. Zamanı gelince biz de okuruz inşallah o kitapları.
LEYLA: Sınava hazırlandığına göre bize anlayışlı
davranır değil mi? Ne de olsa kendisi de öğrenci sayılır.
KOMİSER: Kendi aranızda konuşup durmayın. Hangi sınav
için kopya hazırlıyordunuz bakalım?
BURAK: Tarih sınavı… (Arkadaşlarına) Yoksa coğrafya
mıydı? Hangisiydi ya?
KOMİSER: Oğlum hangi sınav olduğunu bilmeden nasıl
kopya hazırladın? Seni tamamen odundan mı imal ettiler yoksa kaplama mısın?
EMRE: Bu kadar çok sınav üst üste yapılırsa tabii
kafası karışır çocuğun.
KOMİSER: (Alaylı) Haa, sen de hukuk fakültesi okumak istiyorsun
anlaşılan. Eh madem öyle, şimdiden ceza yasalarını bizzat tecrübe etmende yarar
var.
EMRE: Demek artık bir başka insanın hakkını savunmak
için insan olmak yetmiyor. Ayrıca avukat da olmak gerekiyor.
KOMİSER: (Polise) Bu çocuğa dikkat, kesin bazı örgütlerle
bağlantısı var. Yoksa bu kadar dikbaşlı cevap vermez.
POLİS: Üzerlerini aradık komserim. Pek öyle örgüt
bağlantıları yok. Yalnızca bu dik dik konuşandan Kedi Sevenler Derneği üyeliği
çıktı.
KOMİSER: Tamam o zaman satanistlerle bağlantısı vardır.
POLİS: Ama komserim, satarnistler kedileri sevmezler
ki…
KOMİSER: Biliyorum biliyorum bana genel kültür dersi mi
vereceksin bir de? Sen önce satanist demeyi öğren, satarnist ne demek?
POLİS: Özür dilerim amirim. Galiba o cümlede yüklemi
de çoğul kullandım yanlışlıkla. Özne çoğul olunca şey ettim, sandım ki yüklem
de çoğul olacak…
MELEK: Öyle
olması gerek zaten! Özne çoğul insansa, yüklem de çoğul olur. Değil mi Leyla?
POLİS: Ama satanistler çoğul olsa bile insan değil
ki, hayvan sayılırlar. Hatta hayvandan da beterler, onun için yüklem tekil
olmalıydı.
KOMİSER: Aaa kesin be… Türkçe dersinde misiniz?
Karakolda mısınız? (Polise) At hepsini nezarete. Daha burada çözmem gereken binlerce soru var.
Bir de sizinle kafamı alabora edemem. (Kendi kendine konuşur) Bu özne yüklem
uyumundan soru gelir mi acaba? Özne insan ve çoğulsa yüklem çoğul olur. Özne
insan değilse ve çoğulsa yüklem tekil olur . Saçlarım uzadılar, yanlış bir
cümledir… Doğrusu “Saçlarım uzadı.”dır. Çünkü saçlarım insan değildir.
(Polis, çocukları önüne katar ve odadan
çıkar.)
KOMİSER: Üfff, ne zor bu sınavlar Allahım! Bu yaşta
reva mı bana? Görevde azıcık yükselmek için dağ kadar kitaplar devirmek
zorundayım.
6.
SAHNE
(Nezarette çocuklar bekleşir. Kağan
omzunda ceket, elinde tespih volta atmaktadır.)
LEYLA: Ne çabuk havaya girdin Kağan! Kırk yıllık
koğuş ağası gibi oldun bir anda.
KAĞAN: Hep özlediğim şeydi bu,
filmlerdeki koğuş ağalarına hep özenmişimdir.
LEYLA: Daha cezaevinde değiliz canım, burası karakol.
KAĞAN: Biliyoruz be, buradan da oraya yollayacaklar
nasıl olsa. Benimki antrenman.
MELEK: Nasıl
kurtulacağız biz buradan?
KAĞAN: Tünel kazacağız meleğim.
MELEK: Tünel
mi? Neden tünel kazalım durduk yerde?
BURAK: Solucanlar hava alsın diye.
MELEK: Solucanlar
hava alamıyor mu? Ay ne fena…
EMRE: Bence kaçmak doğru bir yol değil. Üstelik
suçumuz ne, kaçarsak tam suçlu oluruz.
BURAK: Suçumuz ne, ne demek? Kopya hazırlarken
yakalandık ya.
EMRE: Bu, okul disiplin suçudur, ceza yasasına göre
suçlu değiliz bence. Şu okul bir bitsin, çekip gideceğim buralardan…
SİNAN:
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz
bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma
EMRE: (Alaylı) Şiir için sağol, içim açıldı.
KAĞAN: Tek kurtuluş tünel, kazıp kurtulmak ve
kendimize sınavsız bir hava sahası bulmak.
LEYLA: Birincisi mümkün, ikincisi ı ıh… Ütopya
MELEK: Sınavsız
hava sahası bulmak için nereye kadar kazmamız gerekecek?
EMRE: Belki kutuplara kadar.
LEYLA: Ben üşürüm oralarda.
SİNAN: Hangisi daha soğuk? Sınavlar mı kutuplar mı?
BURAK: Ben kutuplarda üşümem, sınavlar kanımı
donduruyor çünkü.
EMRE: Dünyanın en uzun tüneli olacaktır.
LEYLA: Bize altın köstebek ödülü verirler artık.
SİNAN: Sonu olmayan bir tünel… Çünkü sınavsız hava
sahası yoktur!
POLİS: (Elinde soru klasörü ile içeri
girer.) Hey gençler! Hadi size bir
müjdem var!
MELEK: Serbest
miyiz?
SİNAN: Okullar bir daha açılmamak üzere kapatıldı
dersen asıl müjde budur!
BURAK: Tünel haritası ve pusula mı getirdiniz yoksa?
EMRE: (Uyarı anlamında Burak’ın ayağını
tekmeler.) Kes sesini!
POLİS: Sizi serbest bırakacağız, ama bir şartla…
MELEK: Ben bütün şartlara uyarım, dilek şart kipinin
hikayesi ile çekim bile yapabilirim. Bakın hemen çekeyim. Sınavdan beş
alsaydım, sınavdan beş alsaydın, sınavdan beş alsaydı, sınavdan beş alsaydık,
sınavdan…(susturuluncaya kadar fiil çekimlerini sürdürecektir.)
POLİS: Biri bu saçmalayan çekim makinesini
susturabilir mi?
KAĞAN: Kumandasını kaybettik komserim.
LEYLA: Bu yalnızca polis memuru, komiser değil.
KAĞAN: Olacaktır. Görevde yükselme sınavına girecek
eninde sonunda.
POLİS: Kafasına vurun susar.
(Burak, Melek’in kafasına vurunca Melek fiil
çekimini bırakır.)
POLİS: Size bir sınav uygulayacağız ve 50 puan alan
buradan çıkacak.
BİR AĞIZDAN: Sınav mı?
EMRE: Burada kalalım daha iyi.
SİNAN: Hangisi özgürlük? Sınavlarla dolu bir dünyaya
çıkmak mı? Sınavsız bir tutukevinde yaşamak mı?
LEYLA: O halde kararımız bellidir arkadaşlar. Biz bu
sınava girmeyeceğiz. Biz dışarı çıkmak istemiyoruz. Biz kısaltmalarla adlandırılmış
sınavlara girip ömrümüzü kısaltmak istemiyoruz.
(Gençlerin ses tonları gittikçe
yükselecek ve slogana dönüşecektir.)
EMRE: Sınavı reddediyoruz!
KAĞAN: Tüm SS’leri silip atıyoruz.
MELEK: Çocukluğumuzu
istiyoruz!
SİNAN: Sınavsız hava sahası istiyoruz!
LEYLA: Gençliğimizi istiyoruz!
BURAK: Parkları istiyoruz!
MELEK: Sinemaları
istiyoruz!
SİNAN: Tiyatroları istiyoruz!
EMRE: Meydanları istiyoruz!
BURAK: Gecemizi ve gündüzümüzü istiyoruz!
EMRE: Sınavsız hava sahası istiyoruz!
6.
SAHNE:
(Komiserin odası. Komiser yine ders
çalışmaktadır. Polis memuru, elinde az önceki soru klasörü, odaya girer.)
POLİS: Amirim bu çocuklar azıttılar. Hepsi anarşist
gibi, terörist gibi slogan atmaya başladı.
KOMİSER: Ne istiyorlar?
POLİS: Serbest bırakmamız için girmeleri gereken
sınavı reddediyorlar. İçeride kalacaklarmış.
KOMİSER: Olur mu canım? Yanlış anlamışsındır. Kim
tutuklu kalmak ister ki, buraya giren herkes dışarı çıkmak ister.
POLİS: Evet, ama bunlar istemiyor amirim.
KOMİSER: Eee ne yapacağız o zaman?
POLİS: (Seyirciye döner. Kendi kendine.) Ne bileyim ben, o kadar kitabı yalayan yutan
sensin. Cevabı yazmıyor mu kitaplarda?
KOMİSER: (Azarlayarak) Ne konuşuyorsun kendi kendine?
POLİS: En doğru kararı siz verirsiniz amirim. Ben ne
diyebilirim ki?
KOMİSER: Şimdi bu çocuklar, serbestlik
sınavına girip serbest kalamayacaklarına göre. Biz de sınavsız serbest
bırakamayacağımıza göre…
POLİS: Evet….
KOMİSER: Bu sınavı yapmak şart!
POLİS: Yine başa döndük. Sınava girmiyorlar amirim.
Reddediyorlar.
KOMİSER: Onlar girmesin.
POLİS: Eee kim girecek?
KOMİSER: Biz…
POLİS: Biz mi, ama amirim biz tutuklu değiliz ki, biz
görevliyiz.
KOMİSER: Biz neyle görevliyiz?
POLİS: Neyle mi? Eee… Şey… Kamu düzenini ve
güvenliğini sağlamak…
KOMİSER: Aferin. Şimdi biz bu çocuklar için kuralları
uygulamazsak yarın, öbür gün sınavdan kaçan her çocuk, her genç karakola
sığınacak ve çıkmak istemeyecek. Sınavdan böylece kurtulmaya çalışacak. Biz
işimizi mi yapacağız, bebeleri mi avutacağız?
POLİS: Haklısınız komserim, biz altısıyla baş
edemiyoruz şurada.
KOMİSER: Hah! İşte, böyle bir sonuç elde etmemek
için bu sınav yapılacak?
POLİS: Ama yine başa döndük komserim. Sınava girmek
istemiyorlar.
KOMİSER: Onu anladık be adam. Onlar girmeyecek. Biz
soruları geçer not alacak kadar yapacağız ve sınavı çocuklara uygulamış gibi
kağıtları bakanlığa yollayacağız.
POLİS: Böylece onlardan kurtulacağız. Tak sepeti
koluna, herkes kendi yoluna…
KOMİSER: (Alaylı) Maşallah, bayağı edebi söz de biliyorsun sen.
POLİS: Eh, biz de kendi çapımızda edebiyatla
ilgileniyoruz amirim.
KOMİSER: İyi iyi, her neyse… İş bu kadar basit tamam
mı? Abartmamak lazım, sonuçta cinayet işlemedi bu çocuklar. Soru kağıtları
yanında mı?
(Polis memuru, elindeki klasörden soru kağıtlarını çıkarır.)
POLİS: Bunlar sorular, bunlar da cevap kağıtları
amirim.
KOMİSER: Hah, gel şöyle otur yanıma. Sen soruyu oku,
ben cevaplayayım.
POLİS: Tamam komiserim, okuyorum, 1. soru:
“Soyu tükenmekte olan bir hayvan, soyu
tükenmekte olan bir bitkiyle besleniyorsa ne yapmalı?”
KOMİSER: (Ciddi ciddi düşünür kaşınır.) Seçeneklerde ne diyor?
POLİS: A) Soyu tükenen bitkiyi çoğaltırız, hayvan
da yaşar…
KOMİSER: Mantıklı, B ne diyor?
POLİS: B, Hayvanı alternatif yiyeceklere
yönlendiririz.
KOMİSER: Mantıklı, C ne diyor?
POLİS: Atın ölümü arpadan olsun.
KOMİSER: Efendim? Amirinle dalga geçmeye utanmıyor
musun?
POLİS: Hayır komserim, vallahi C’de öyle yazıyor.
KOMİSER: Ee… diğer seçenek?
POLİS: Hepsi…
KOMİSER: Hepsi mi, bu nasıl seçenek
kardeşim?
POLİS: Amirim, bence hepsi diyelim, sınavlarda çoğu
zaman doğru budur.
KOMİSER: “Atın ölümü arpadan olsun.” seçeneği de doğru
öyle mi?
POLİS: Hepimiz ölümlüyüz komserim, kimse bu dünyaya
kazık çakmaya gelmiyor.
KOMİSER: Orası öyle de bunun soyu tükenen
hayvanla soyu tükenen bitkiyle ne ilgisi var.
POLİS: (Bilgiççe) Biri hayvan, biri bitki işte, örnek vermiş bu
şıkta komserim. Atın ölümü arpadan olsun. Yani at da ölecek, arpa da.
KOMİSER: Deli saçması bu seçenekler. Çocuklar, sınavı
reddetmekte haklı bence. Ben de reddediyorum,
git kendi başına çöz!
7.
SAHNE:
(Sahne ışıkları yandığında nezarethanenin
boş olduğu görülür. Polis sahneye girer. Çocukları orada farz ederek yüzü
seyirciye dönük konuşur.)
POLİS: Çocuklar, hadi yine iyisiniz.
Soruların hepsini sizin yerinize cevapladım. Bakanlıktan serbest
bırakılacağınıza dair yazı, yarın öbür gün gelir. Bu kıyağımı unutmazsınız
artık… (Ses bekler.) İnsan bir teşekkür eder be, gıkınız çıkmıyor.
(Arkasına döner ve kimsenin olmadığını
görür.)
POLİS: Nerde bunlar? Nerdesiniz çocuklar? Kapıyı açık
mı bıraktım acaba? Yoo, kilitliydi. Uçmuşlar… Ruh olup uçmuş bunlar.
(Sahne dışına seslenir.)
Amirim! Komserim! Çocuklar yok. Çocuklar
kaçmış! Toz olmuşlar, bulut olmuşlar, toz bulutu olmuşlar. Üç harflilere
karışmışlar… Çocuklar kaçmış komserim!
(Komiser telaşla, koşarak sahneye gelir.)
KOMİSER: Ne var? Ne bağırıyorsun?
POLİS: Gözaltındaki çocuklar kaçmış amirim!
KOMİSER: Nasıl kaçarlar canım! Koş,
kapıdaki memura sor. Altı tane çocuğu çıkarken görmüştür mutlaka.
(Polis koşarak çıkar sahneden. Komiser
sandalye altına, masa altına, saksı altına bakarak gülünç bir arama işi yapar.)
KOMİSER: Sahiden burada kimse yok.
POLİS: (Koşarak sahneye girer.) Hayır amirim, kapıdaki arkadaşlar, bir tane
bile çocuğun çıktığını görmemişler. Kamera kayıtlarında da yok.)
KOMİSER: Memur görmemiş, kamera görmemiş… Nasıl
kaçtılar o zaman? Burada ne tünel var, ne pencere…
(Polis memuru da tıpkı komiser gibi
olmadık eşyaların altına bakar. Arama sonunda masa üzerinde bir kağıt bulur. )
POLİS: Buldum komserim!
KOMİSER: Buldun mu? Ben niçin göremiyorum? Ya benim
gözüme perde indi, ya da sen hayal görüyorsun.
POLİS: Hayır amirim. Bakın bir mektup bırakmışlar.
(Polis memuru, mektubu komsere uzatır.
Komiser, sahne önüne yaklaşarak mektubu yüksek sesle bildiri gibi okur.)
KOMİSER:
“Biz aşağıda imzası
olan altı arkadaş, bu sınav dünyasından kaçmaya karar verdik.
Tünel aramayın,
havalandırmaya bakmayın, tuvalet taşını boşuna kırmayın. Biz artık ulaşamayacağınız
bir yerdeyiz. Çekin elinizi, gözünüzü ve sorularınızı üzerimden.
Eğilip içimizdeki
boşluğa baktık ve okullardan, dersanelerden, özel öğretmenlerden saklanabilmiş
bir parçacık umut bulduk. O umuda sarıldık. Bizi istediğimiz yere götürecek
olan odur.
Biz artık gidiyoruz.
Biz artık hiçbir
yerde, hiçbir biçimde, hiçbir sınava girmek istemiyoruz.
Biz ayaklarımızı,
ellerimizi, yüzlerimizi, kalplerimizi hissetmek istiyoruz.
Biz roman okumak, şiir
duymak, aşık olmak istiyoruz.
Biz gerçekten boş
zaman istiyoruz.
Dersanelere verilen
paralarla Türkiye’yi ve dünyayı gezmek istiyoruz.
Biz sınavsız hava
sahası istiyoruz.
Havadaki sınav dumanı
dağılıncaya ve gökyüzü temizleninceye kadar biz yokuz!
Bizi YOK eden
sizsiniz. Kişiliğimizi sınavlarınızla yok ettiniz, arkadaşlarımızı rakip
ettiniz. Birlikte yol almayı değil, öne geçmeyi öğütlediniz.
Ruhumuzu sınav
kırbaçlarıyla körelttiniz.
Öyle bir gözlük
taktınız ki gözümüze iyileştirmek yerine KÖR ettiniz.
Bizi sınav çarklarının
içinde dişlilere ezdirdiniz. Kanımızla, etimizle yeni dersane binaları
diktiniz.
Biz artık yokuz!
Gidiyoruz!
Eğer bir gün dönersek
sınavsız hava sahası istiyoruz.”
SON
ALKIŞINIZ BOL OLSUN :)